21.11.2008

Okul Önerir, Öğrenci Özenir, Aile Soyulur, Bilin Bakalım Nedir?

Hani tekerleme tarzı bilmeceler olur ya, öyle bir bilmeceyle başladık ve dedik ki: “Okul önerir, öğrenci özenir, aile soyulur”. Cevabı bulmakta zorlandığınızı sanmıyorum; bilmecemizin cevabı “Dersane”.

Dersaneyi neden böyle tarif ettiğimizi izah edebilmek için gelin beraberce bir profil örneği çizelim:

İki öğretmen düşünelim, ikisi de henüz yeni mezun, meslek heyecanıyla işe atılma çabası içerisindeler. Ancak mevcut şartlar hemen önlerine engeller çıkarıyor. Okuldan mezuniyet yetmiyor, Milli Eğitimin okullarında öğretmenlik yapabilmeleri için önlerine yeni sınavlar çıkıyor. Mecburiyet gereği bu sınavlara giren sevgili öğretmenlerimizden birisi yüksek puan alarak Bakanlık kadrosuna girmeye hak kazanıyor ve ülkemizin güzel bir okulunda göreve başlıyor.

Diğer öğretmenimiz ise aldığı düşük puan sebebiyle okullarda öğretmenlik yapmaya hak kazanamadığından ister istemez dersanelerin kapılarını aşındırmaya başlıyor. Ancak rekabete önem veren dersaneler, kaliteli öğretim kadrosu oluşturmayı amaçladıklarından, yeni mezun ve üstelik de okul kadrolarına alınmak için yeterli görülmemiş olan öğretmeni kadrolarına almak istemiyorlar. Öğretmenimiz, bir şekilde, belki de kendi öğrenciliğinde devam etmiş olduğu dersaneyi şartlı olarak ikna edip az bir ücretle burada ders vermeye başlıyor. Ancak ifade ettiğimiz gibi dersane, öğretmeni belli şartlarla kabul ediyor. Bu şartlardan birisi de kısa bir sürede eksiklerini gidererek kaliteli bir öğretmen haline gelmesi. Daha önce önüne sınav çıkardığı için Milli Eğitime tepki gösteren öğretmen bu defa kendisini süreklilik arz eden bir sınav süreci içerisinde bularak mecburen daha verimli olabilmek için çaba harcamak zorunda kalıyor. Fazlaca ve uzun vadeli çabaları sonucunda okul öğretmeninin seviyesine belki ancak yaklaşabiliyor. Bu aşamada devlet okullarına geçme değerlendirmesi yapmaya başlayan öğretmenimizin önüne bu defa da bu yolu tıkayan başka engeller çıkıyor. Dersaneyle belli süreliğine anlaştığı için yaptığı anlaşma ayrılmasına engel oluyor. Anlaşmada belirlenen süre sonunda ise yaş haddinden dolayı devlet okullarına geçme şansı ortadan kalkıyor. Bunların yanı sıra artık verimli hale gelmiş olan öğretmenin ayrılmasını istemeyen dersanenin buna engel olmak için yaptığı hatırı sayılır maaş zamları sevgili öğretmenimizin maddi imkânlarını devlet okulu öğretmeninin imkânlarının üstüne taşıyınca dersane öğretmenimizin dersaneden ayrılma fikirleri de ortadan kalkıyor. Ve belki de ömür boyu dersane öğretmeni olarak görev yapmaya devam ediyor.

Dersane ve okul öğretmenlerinin verimi kıyaslamasında çoğunlukla durum, verdiğimiz örneğin benzerleri şeklinde olmasına rağmen ne hikmettir ki öğrencilerimizin, okul öğretmenlerimizin ve ailelerimizin çoğu, dersanelerin çok gerekli ve hatta şart olduğuna inanarak dersaneye gidilmesi yönünde büyük çaba harcamaktadırlar. Dersaneler ticari amaç güttüklerinden öğrenci alma gayretlerini anlamak zor değildir. Ancak öğrenci, okul ve ailelerin aynı yöndeki gayretlerine mantık çerçevesi içerisinde anlam verebilmek mümkün değildir.

Söz konusu mantıksız çabayı bu saydığımız gruplar açısından ayrı ayrı değerlendirirsek şu sonuçlara varabiliriz:

Öğrencilerimiz, okul ve ailelerinin dersaneye gönderme mantığı ve gayretlerinin yanı sıra çok sayıda arkadaşlarının da dersaneye gidiyor olmaları sebebiyle dersaneyi çoğunlukla bir özenti olarak tercih etmektedirler. Yani öğrencilerimizin çoğunun gözünde dersane öğrencisi olmak, bir akademik gereklilik olmayıp bir lüks ve özentiden ibarettir.

Aileler ise okul öğretmenlerinin yönlendirmesinin yanı sıra çocuklarını çok enteresan sebeplerle dersaneye göndermekteler. Çocuk daha sonra bizi suçlamasın gibi aklanma psikolojisiyle, evde kalıp haşarılık yapmaktansa dersaneye gitsin mantığıyla, okul durumunun takibini otomatik olarak yaptırabilmek düşüncesiyle, arkadaşları dersaneye giderken çocuğun psikolojisi bozulmasın amacıyla ve daha nice enteresan sebeplerle göndermekteler dersaneye. Ama belki de bunların da üstünde en büyük sebep aileler arası etkileşim olmakta. Özellikle birbirleri arasında yoğun misafir trafiği yaşamakta olan ev hanımlarının fikir paylaşımları konuya önemli ölçüde yön vermekte. Ev hanımları, “Bizim çocuk falan dersaneye gidiyor, ya sizinki?” gibi bir soru karşısında kendilerinde mutlaka bir dersane ismi verebilme mecburiyeti hissetmekteler. Eğer çocukları dersaneye gitmiyorsa böyle bir soru karşısında, hangi mantıkladır bilinmez ama kendilerini adeta aşağılanmış pozisyonda hissediyorlar ne yazık ki.

Okul öğretmenlerine gelince, onların dersaneleri tercihini anlayabilmek gerçekten çok zor. Dersaneleri tercih etmekle “Biz bu işi beceremiyoruz, ancak dersaneler yapabilir” mi demek istiyorlar? Eğer böyle düşünmüyorlarsa ne demek istiyorlar? Çoğu zaman müfredatı suçlayarak kendilerinin müfredat içerisinde hapsolunmuş olduklarını ifade eden öğretmenlerimizin bu düşünceleri büyük ölçüde doğru olabilir. Ancak okul müfredatı dışında eğitim sağlanabilmesinin yolu, ya da tek yolu öğrenci ve aileleri dersanelere yönlendirmek midir? Zaten günlük sekiz saat olması gereken normal mesai sürelerinin önemli bölümü boş olan öğretmenlerimiz, bir ortak kararla ve yine ücretli olarak okul mesaisinin dışında bir zaman dilimi içerisinde, hapsolundukları müfredatın istedikleri şekilde dışına çıkarak, okul bünyesinde kurs düzenleyemezler mi? Bunun için bir engelleri mi var? Engel bir yana fazlasıyla imkânlarla dolular. Bina başta olmak üzere eğitim için gerekli her türlü imkân ve teçhizatın zaten içerisindeler. Böyle bir uygulamayla hem şikâyet ettikleri kendilerinin düşük gelirli olmaları sıkıntısını aşmış, hem temel amaçları ilim olmaktan çok ticaret olan dersanelerin bu amaçlarının önüne geçmiş, hem çok iyi tanıyıp bildikleri öğrencilerine dersanelerden çok daha fazla faydalı olmuş, hem de ticaret amaçlı dersanelerin eline düşmüş olan aileleri bu büyük maddi külfetten önemli oranda kurtarmış olurlar.

Sonuç itibarıyla diyebiliriz ki temelinde ticaret maksatlı kurulmuş ve günümüzde de birinci amaçlarını ticaretin teşkil etmekte olduğu çoğu dersaneler, okulların eğitim kadrolarından daha kaliteli bir kadroya sahip olamamalarının yanı sıra, dersaneye giden nasıl olsa kazanır mantığı güden çoğu öğrenciler için bir boş vermişlik psikolojisi oluşturmaları ve aileler için de sonuçta faydası olamayan büyük bir para tuzağı olmalarından başka hiçbir fonksiyon içermemektedirler. Bu itibarla dersaneler konusunu daha gerçekçi ve ilmî yönüyle değerlendirerek mantıksız ve zararlı dersane seline kapılmaktan kurtulabilmek ve başkalarını da kurtarabilmek dileklerimle…

7.10.2008

DİSLEKSİYE DİKKAT !

DİSLEKSİYE DİKKAT !

Bir vesile ile tanıştığım ve güzel ahlakı sebebiyle ilgimi çeken bir lise öğrencisinin bazı sosyal sorunları olduğunu fark etmiş olmam sonucunda kendisine yardımcı olmak istemiştim. Zaten ilgiye hasret kalmış olduğundan uzattığım ele son derece olumlu cevap vermişti. Her ikimizin gayreti ile öğrencinin sorunları kısa sürede önemli ölçüde çözülmüştü. Öğrencimiz zaman zaman bize de misafir oluyordu.

Okul başarısı iyi olmayan öğrencimizin başarısızlığının sebebini önceleri sosyal sorunlarına bağlamıştım. Fakat sorunları çözülmesine rağmen başarı durumunda iyileşme olmuyordu. Gerek sorularıma verdiği cevaplar, gerekse misafir olduğu zamanlardaki gözlemlerim, ders çalışmaya yeterli zamanı verdiğini göstermekteydi. Ancak buna rağmen sınav sonuçları çok kötüydü. Bu durumun sebebini ısrarla kendisinden dinlemek istememe rağmen dikkate değer bir cevap alamıyordum. Bu sorunu çözebilmek için, sözel bölüm derslerine hiç yatkın olmamama rağmen bir akşam kendisine ders çalıştırmaya kalkıştım. Yeterli gayret ve zamanı vermesine rağmen çalışmanın sonucunun verimsiz olduğunu gördüm. Çok basit ve akılda kolay kalan bazı bilgileri (sözel derslerdeki bilgilerden bahsediyorum, yani Matematik formülü falan değil) defalarca beraberce tekrarlamamıza rağmen birkaç dakika sonra tamamen unutmuş olabiliyordu. Bu durum beni hayrete sevk etmişti. Bir akşam bilgisayar çıktısı halinde, düzgün ve normal büyüklükte yazıyla yazılmış olan ibret verici bir hikayeyi, ders alması ve okuma yeteneğini daha iyi görebilmem amacıyla kendisine okutturdum. Okuma yeteneğinin çok çok kötü olduğunu gördüm. Yavaş okumasına rağmen kelimeleri o kadar yanlış okuyordu ki okuduğu cümlelerin çoğundan bir anlam çıkarabilmek mümkün değildi. Hatta bazı cümleleri defalarca tekrar ettirmeme rağmen hatasız okuması mümkün olmuyordu.

Bu yaşananlar sonucunda anladım ki, başarısızlığının temel iki sebebi vardı: Okuma yeteneğinin bozuk olması ve anlam verilmesi güç olan unutkanlıklar. Kendisiyle yaptığım uzun sohbetler sonucunda bu iki sebebin de kendisinden kaynaklanmadığına inanır oldum; yani kendi elinde olmayan etkenlerdi. Bu durumu araştırmaya karar verdim.

Elde ettiğim kriterlere dayanarak yaptığım araştırma sonucunda beyin yapısıyla ilgili bir öğrenme bozukluğu problemi olan ve nüfusumuzun % 10-15’inde mevcut olan “Disleksi” ile karşılaştım. Disleksinin, araştırma sonucu elde ettiğim belirtilen diğer özelliklerini de öğrenci üzerinde kontrol ettim. Ve neredeyse tüm özelliklerin kendisinde maalesef mevcut olduğunu müşahede eyledim. Sorunun çözümü hakkında ise bir lise öğrencisi için önerilen, bir "Çocuk Psikiyatristi" idi. Sorunu ve çözüm yolunu, en makul şekilde öğrenciyle ve ailesiyle paylaşarak gereğinin yapılması aşamasını kendilerine bıraktım.

Bu olay öğrenciliğimde şahit olduğum başarısız öğrenci karşısındaki öğretmen tepkilerini hatırlattı bana. Bu öğrenciler karşısında asabileşen öğretmenlerin haykırarak söyledikleri “Tembel”, “Geri zekalı”, “Aptal” ifadelerini yeniden duyar gibi oldum. Yıllardır okula gittikleri halde henüz okumayı akıcı şekilde başaramamış öğrencilerin ruhsal ya da bedensel problemleri olup olmadığını hiç araştırmadan az okudukları düşüncesiyle kendilerini çeşitli şekillerde cezalandıran öğretmenler geldi gözümün önüne.

Bu nostaljik hatıralardan sonra günümüz eğitim camiasının durumunu düşündüm. Büyük bir üzüntü duydum. Çünkü çok fazla bir şey değişmemişti. Başarısız öğrencilerle ilgili yine aynı üzücü hatıraların benzerleri yaşanmaktaydı. Oysa bir öğrencinin başarılı olabilmesi için, özel okullar, dersaneler gibi kuruluşlardan daha önce, hiç şüphe yok ki sağlıklı vücut, beyin ve ruh yapısına sahip olması gerekirdi.

Konu üzerinde yaptığım inceleme sonucunda anladım ki ruhsal ya da bedensel problemlerinden dolayı öğrenme zorlukları yaşamakta olan bu önemli orandaki öğrenci grubunun kendileri mevcut problemleri sebebiyle, aileleri konu hakkındaki cehaletleri sebebiyle ve öğretmenleri ise maalesef umursamazlıkları sebebiyle söz konusu öğrenme sorunlarının üstüne gitmemekteydiler. Sonuçta cezayı bir noktadan sonra başarısızlıkları sebebiyle pes etmek zorunda kalan bu problemli öğrenciler çekmekteydiler. Bu kişiler ilmi meslek grupları içerisinde yer alamayıp alt meslek grupları ile hayatlarını idame ettirmek zorunda kalmakta; belki tüccar, belki duvar ustası, belki çiftçi olabilmekteydiler. Bazı mühendis, hakim, öğretmen, doktor gibi meslek adamlarının öğretmeni olmakla gururlanan sevgili öğretmenlerimiz ise aynı zamanda pek çok çoban, çiftçi, hamal gibi meslek adamlarının da öğretmeni olduklarını ne kendileri hatırlamak istemekte ne de birilerinin hatırlatmasına taraftar olmaktaydılar.

Bu konuyu ele almamdaki maksat aile, eğitim kadrosu ve öğrenci gruplarından, haberi olmayanları Disleksi ve benzeri öğrenme bozukluklarının varlığından haberdar etmek ve konu hakkında üzerlerine düşeni yapmaları hususunda duyarlı olmaya davet etmektir. Konuya en yakın, en bilinçli ve en duyarlı olması gereken grup pek tabi ki eğitim kadrosudur. Rehberlik ya da Danışmanlık öğretmenleri başta olmak üzere görevini vicdan mesaisine göre yapmak isteyen tüm öğretmenlerin mesai süresinin 24 saate sığmayacağı aşikardır. Rehberlik branşını yalnızca bol boş zamanları olması maksadıyla tercih edip, görevlerini ifa aşamasında, masaları başında hasta bekleyen Psikologlar gibi davranan; sonra da kendilerini ve başkalarını, yapacak iş yok düşüncesiyle kandırmaya ve kanuni mesailerini dahi ifa etmekten kaçınmaya çalışan sevgili Rehberlik öğretmenlerini vicdan muhasebesi yapmaya davet ediyorum.

Görevlerini hakkıyla ifa etmekte olan tüm öğretmenlerimizi, kullandığım nahoş ithamlardan tenzih ediyor, kendilerine her zaman olduğu gibi bir kez daha saygılarımı arz ediyorum.

Yaş, cinsiyet ve sosyal pozisyonları ne olursa olsun tüm insanlarımızın Disleksi ve benzeri öğrenme bozuklukları karşısında olabilecek en iyi duyarlılığı gösterebilmeleri dileklerimle…