21.12.2017

KAÇ DEFA ÖLÜR İNSAN..?

Yürümekten dolayı hafif yorgun düşmüş haldeyken, yaklaşan namaz vaktini de dikkate alarak yakınlarda bir cami aradı gözüm. Kısa süre sonra aradığıma kavuşmuştum. Namazın ardından, cami avlusuna getirilmiş bulunan cenaze sebebiyle cemaat avluda toplanmaya başladı. Bir yandan da cemaatten bazıları, tabutun yanı başında durmakta olan orta yaşa yakın ve oldukça üzüntülü görünen iki gence başsağlığı dilemekteydi. Başsağlığı ifadelerinden, ölenin, gençlerin babaları olduğu anlaşılmaktaydı. Namaz sonrası cenaze, omuzlarda taşınmak suretiyle cadde boyunca ilerlemeye başladı. Nereye götürüldüğünü bilmediğim halde, cemaatin bir kısmı ile beraber, nedense ben de tabutun ardından yürümeye devam ettim. Bu esnada bir yandan gözüm ölenin çocuklarına ilişmekte, bir yandan da kendi iç dünyamda bazı soru ve cevaplar aramaktaydım. Bu ölüm, ardından yürümekte olduğumuz mevtanın son ölümüydü, bu kesin. Ama acaba kaçıncı ölümü son ölümü olmuştu? Sahi kaç defa ölürdü bir insan..?

Kim öldürmüştü bu adamı; çocukları mı, eşi mi, inandıkları mı, güvendikleri mi, yaşadıkları mı ya da daha başka şeyler mi? Yoksa aklıma gelen ihtimaller bu ölümüne değil de önceki ölümlerine mi sebep olmuştu? En çok neler sebep olurdu insanın ölümüne? Son ölüm mü, yoksa önceki ölümler mi daha zor olurdu? Bu gibi sorularla yoğrulurken,
                “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
                Müşkil şudur ki ölmeden önce ölür kişi.”
dizeleri geldi aklıma. Gerçekten ne kadar da doğru bir ifadeydi. Belki daha çok tasavvufi anlamda nefsi öldürmekten bahsediyordu dizeler. Ancak beden ölümü için de aynı yorum yapılabilirdi.

Belki de en çok yıkılıp heba olan hayaller öldürüyor insanı. Kendisi, ailesi, çocukları için kurduğu hayaller, düşündüğünün tam tersine gerçekleşince yıkılıyor, ölüyor insan. Ayakta kuruduğundan, ölü olduğu halde canlı gözüken ağaca benziyor. Harcanan sayısız emek, zaman ve her türlü imkân heba olup gidiyor ve sonuç olarak da hayal kırıklığından başka bir şey yaşanmıyor çünkü.

Tabutun ardından bu düşüncelerle yürümekteyken, bir de yanımda yürümekte olanları düşündüm. Muhtemelen onlardan birçoğu da ölüydü. Belki çocukları okusun, adam olsun, hâkim, doktor, öğretmen, mühendis olsun diye çırpınırken; umutları suya düşmüş, ölmüşlerdi. Belki daha da kötü, çocukları hiçbir baltaya sap olmazken bunun yanı sıra kumarbaz, yalancı, hırsız, ayyaş olmuşlar ve bu halleriyle öldürmüşlerdi babalarını. Belki de benzeri daha başka sebepler ölümüne sebep olmuştu bu insanların.


Düşüncelere o kadar yoğunlaşmıştım ki, çok yakınımda yürümekte olan bir şahsa, farkında olmadan seri bir hareketle dönerek, adeta bir ölüye bakar gibi bakınca; şahsın “ne oldu ki” dercesine sarf ettiği karşı bakışlarına maruz kaldım. Bu gelişmeyle birlikte, aslında gerçeklerin ta kendisini içeren düşünce âleminden çıkarak, yeniden yalanlar dünyasına geri döndüm…