27.10.2010
5.10.2010
GÜNEŞ VE RÜZGÂR
26.05.2010
YA TUTARSA EĞİTİMİ
11.03.2010
GÜN KAVRAMI VE ORTA NAMAZ
Zannederim bu soruların belki de tümüne hemen hepimiz “Evet” cevabını veririz. Oysa soruların tümünün cevabı “Hayır”dır. Yani bir gün 24 saat değildir, gün süreleri eşit değildir, gün sabah başlamaz, günün önce gündüzü gelmez, günler gece 12’de değişmez ve beş vakit namazın sırası takvimlerde yazıldığı şekilde değildir. Peki bu nasıl olabilir?
Bütün mesele, kullanmakta olduğumuz Miladi takvim ve saat sisteminin, İslam anlayışına tamamen ters olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü İslam’ın takvim ve saat sistemi Hicri olup, hicri sistemde yıl kavramı, dünyanın uydusu olan ayın hareketlerine göre esaslandırılırken; Miladi sistemde ise esaslar güneşin durumuna göredir. Konunun tam olarak anlaşılabilmesi, Hicri ve Miladi sistemin detaylı bir şekilde izah ve kıyaslanmasıyla mümkündür. Ancak bu durumda konu fazlaca genişleyecek olduğundan, detaylara girmeden sadece başta sorulan soruların cevaplarını vermekle yetinmek daha faydalı olacaktır. Zaten asıl önemli olan da bu soruların cevaplarını vermektir. Dini kurum ve kuruluşların da bu konuyu ele alarak, önce din görevlilerine sonrasında ise tüm mü’minlere, gerekli bilgilendirmeleri yapmaları son derece faydalı olacaktır. Çünkü çoğu din görevlileri dahi, maalesef bunları bilmemektedir. Sorularımızın cevaplarına gelince:
İslam’a göre gün, akşam vaktinde başlayıp bir sonraki akşam vaktinde sona erer. Yani bir günün başlangıç anı, akşam namazı saatidir ve akşam namazı saatleri günler arasında sınır teşkil etmiş olurlar. Örnek olarak akşam namazı vakti 17:22 ise yaşanacak olan gün 17:22’de başlıyor demektir ve bu yaşanacak olan gün bir sonraki akşam namazı vaktine kadar devam edecektir. Bir sonraki akşam namazı vakti mesela 17:24 ise ele aldığımız bu gün, açıkça anlaşılacağı üzere 24 saatten 2 dakika daha uzun demektir. Bu da göstermektedir ki, bir günün 24 saat olması söz konusu değildir, mevsimlere göre daha uzun veya daha kısa olabilmektedir. Kısa zaman öncesine kadar kullanılmakta olan Alaturka yani Ezani saat sisteminde bu durumu anlamak çok daha kolay olmaktaydı. Ezani saatte günün sınırı olan Akşam vaktinde saatler 12’yi gösterir ve her gün, takvimde saatlerin kaç dakika ileri ya da geri alınacağı yazardı. Bu durumda her gün saatler belirtilen miktar kadar ileri veya geri alınarak akşam vaktinin sürekli 12’ye denk gelmesi sağlanmış olurdu. Hatta halen daha bazı takvimlerde Ezani saate uygun açıklamaların yer aldığını görmekteyiz.
Yine açıkça anlaşılacağı gibi bir gün, bir gece ile bir gündüzün toplamı olup, önce gece sonra da gündüz yaşanmaktadır. Bir günü oluşturan gece ve gündüzler kesinlikle bölünmezler; yani miladi sistemde olduğu gibi gecenin 00:00’dan önceki kısmı önceki güne, sonraki kısmı ise sonraki güne ait olmaz. Gece tümüyle bir sonraki gündüzle bütünleşerek bir gün oluşturmuş olur. Bu aşamada, zaten cevaplanmış sayılan bir soruyu da hatırlatarak, bu sorunun bazılarının kafasını karıştırmasına engel olalım: “Yatsı namazı gece 00:00’dan sonra kılınır mı, çünkü bu saatten sonra diğer güne geçilmektedir?” diye soranlar çıkmaktadır. İslam’a göre gece 00’ın önemi olmadığını izahla bu soru da cevabını bulmuş olup, yatsı vaktinin İmsak saatine kadar devam etmekte olduğunu belirtmekte fayda vardır.
İslami yaşayışa sahip olanlar arasında, belki farkında bile olmadan, gün kavramı çoğunlukla doğru kullanılmaktadır. Mesela, Perşembe gününün akşamına Cuma akşamı denilir. Aynı şekilde bayram gibi günlerden hemen önceki geceye de bayram gecesi denilmektedir. Dikkat edilirse bu ifadeler tamamen doğru kullanılmaktadır. Perşembe günü, akşam namazı vaktinde son bulup, Cuma günü yaşanmaya başlanmıştır. Cuma gününün ise önce gecesi yaşanacağı için o geceye Cuma gecesi, sonraki gündüze ise Cuma gündüzü denilmesi son derece doğru kavramlardır.
Bu izahatlar sonucunda açıkça anlaşılır ki günün ilk namazı Akşam namazıdır. Son namazı ise İkindi namazı olur. Yani bir günün namazlarının sırası Akşam, Yatsı, Sabah, Öğle, İkindi şeklindedir. Mevcut takvimlerimiz Miladi sisteme göre düzenlendiğinden bu sıralamaya uyulmadığı görülmektedir. Beş vakit namaz sırasının tam ortasında, aslında Sabah namazının yer aldığı görülmektedir. Dikkat edilirse Akşam ve Yatsı namazları birbirine yakın, Öğle ve İkindi namazları da yine birbirine yakın zamanlardadır. Sabah namazı ise bu ikili grupların arasında ve her iki gruba da uzak bir zaman noktasında yer alır.
Kur’an-ı Kerim Bakara Suresindeki “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun. (Bakara–238)” ayet-i kerimesinde yer alan “Orta namaz” tabiri, İslam alimlerince çok farklı anlayışlarla yorumlanmış ve çoğunluk bu tabirle İkindi namazının kast edilmiş olabileceğini ifade etmişlerdir. Orta namazdan kasıt İkindidir görüşünde olanlara göre, günün temel vakitleri sabah, öğle ve akşam olduğundan, ikindi vakti arada bir yerde kalmakta, bu sebeple de namazının kılınamadan kaçırılma ihtimali fazla olmakta, bu yüzden de Yüce Allah tarafından böyle bir ikaz yapılmaktadır. Elbette ki bu konu, hiçbir zaman kesinlik arz edemeyecek ve ihtilaflı halde, yani yorum aşamasında kalacaktır. Ancak ayet-i kerimede yer alan “Orta namaz” tabiriyle kast edilmekte olan namazın Sabah namazı olabileceğini de düşünebiliriz. Çünkü; Kur’an-ı Kerim’in başka bazı ayetlerinde en çok Sabah namazının kılınması hususunda ikaz yapılmakta, uykunun en tatlı anına denk gelmesi sebebiyle en çok Sabah namazı terk edilmekte ve İslami namaz sıralamasına göre de namazların ortasında Sabah namazı yer almaktadır.
Namazlar hususunda çok konuşulan bir başka ihtilaflı konu da tüm namazlarda önce sünnet kılınırken, Akşam namazında önce farzın kılınıyor olması konusudur. Bu konuda var olan farklı görüşlerin en mantıklısı, akşam namazının kılınabileceği sürenin kısa olmasından dolayı önceliğin farza verilmiş olduğu fikridir. Ancak bu görüşün yanı sıra, şöyle bir düşünceye de yer verilebilir: Günün ilk anı Akşam vakti olup, bu an ile birlikte derhal Akşam namazının kılınması farz olmaktadır. En hayırlı ibadetin vaktinde kılınan namaz olması ve Akşam namazı vaktinin kısa olması sebepleriyle bu esnada başka hiçbir ibadetle meşgul olmadan, hemen Akşam namazının kılınması gerekecektir. Akşam namazına önce farz ile başlanacağından, günün ilk ibadeti de farz ibadet olacaktır. Güne farz ibadetle başlanıyor olması, ibadet kategorileri içerisinde farzların en önemli kategori olduğunun öğretilmeye çalışılması sebebiyle olabilir. Ahmed Cami Hazretlerinin Miftah-un Necat kitabında yer alan Hadis-i Şerifte, “Ya Ali, halk nafile ile meşgul olurken, sen farzları tamamla” buyruluyor olması da bu fikri destekler.
Elbette ki her şeyin en doğrusunu, mutlaka ve yalnızca Yüce Allah bilir; bizler de yanlış yorum ve fikirlerden Allah’a sığınırız. Yaşadığınız her günün, bir öncekinden daha hayırlı ve daha huzurlu geçmesi dileklerimle...
5.01.2010
İSLAMDA KÜFÜRLÜ SÖZLERE MÜSAADE YOKTUR!
Bilindiği gibi Küfür, İslam’da iki temel anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan birisi, dinde inanılması zarûrî olan hükümleri ve dînin kesin hükümlerinden bir veya bir kaçını inkâr etmek, kabûl etmemektir ki, bu anlamda küfrün kesinlikle yasaklanmış olduğu malümdür.
Küfrün yazımızın konusu olan diğer anlamı ise halk arasında “Sövmek” olarak da tabir edilen, medeni ortamda söylenmesinin hiç hoş karşılanamayacağı çok kötü, çirkin, terbiye sınırlarını aşan, argo ifadeleri sarf etmektir. Her ne maksatla olursa olsun bu tarzdaki küfürlü sözler de İslam’da kesin olarak yasaklanmış olup, karşımızdaki şahıs gayrimüslim ya da zalim bir kimse olsa dahi bu kural değişmez.
Bu konuda “Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır. (Ahzab-21)” ayet-i kerimesiyle, Yüce Allah’ın örnek almamızı istediği Resulullah (S.A.V)’in davranışlarına ve sözlerine bakacak olursak, Allah Resulü’nün, İbnu Mes'ud (R.A)’dan rivayet edilen şu hadis-i şerifle konuyu genel anlamda özetlediğini görürüz: “Mümin ne ta'n edici, ne lanet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayasızdır’ (Tirmizî, Birr, 48.)”
Yine Resulullah (S.A.V)’in “İçinizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle (değiştirsin.) Şayet buna da gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin.) Bu da imanın en zayıf halidir (Müslim, K. el-tmun, Bab: 78, Hadis No: 49 / Ebıı Davud, K. es-Stılah, Bab: 24S, Hadis No: K. el-Melahim, Bab: 17, Hadis No: 4340 Tirmizi, K. el-Hlen, Batı: 11, Hadis No: 2172/İbn-i Mace, K. el-Fiten, Bab: 20, Hadis No: 4013.)” hadisinde de bir kötülüğü düzeltebilmenin etapları izah edilirken, yine küfre yöneltecek bir yöntemin olmadığı görülür. Bir kötülük ya da zulmün ortadan kaldırılması aşamasında, zalime yanlış yapmakta olduğunun açıkça ve net bir şekilde söylenmesi doğru ve uygun bir davranış olarak görülürken, hiçbir zaman bunun küfürlü sözlerle yapılması önerilmemiştir. Zaten küfürlü sözler, sarf edilen kişiyi daha çok kızdıracak ve zulme daha fazla sevk edecek olduğundan, fayda yerine zarar getirecektir. Bu sebeple bu tür sözler bir nevi boş söz anlamına gelmiş olur ve dolayısıyla terk edilmeyi gerektirir ki, Ebu Hureyre (R.A)’ın rivayet ettiği, “Malâyânîyi terk etmek kişinin İslâmlığının güzelliğindendir. (Tirmizi, Şerh-i Tuhfe, Ebvabü-z Zühd, c:6, sh: 607)” hadis-i şerifi de bunu emreder.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Allah'tan başka yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah'a söverler… (Enam-108)” buyurarak kafirlerin tapmakta oldukları put vs. gibi varlıklara dahi küfretmeyi yasaklamaktadır. Ayet-i kerimede izah edilen bu duruma benzer bir hususu İbnu Amr İbni'l-As (R.A) şöyle nakleder: Resûlullah (S.A.V), “Kişinin anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır.” buyurmuşlardı. Orada bulunanlar, “Hiç kişi anne ve babasına söver mi?” dediler. “Evet! Kişi, bir başkasının babasına söver, o da onun babasına söver; annesine söver, o da bunun annesine söver! (Buhârî, Edeb, 4; Müslim, İman, 146; Tirmizî, Birr, 4; Ebu Davud, Edeb, 129.)” buyurdular. Bu ayet ve hadisler gösterir ki, sadece mü’mine değil, kafire dahi sövmek, belirtilen bu önemli sakıncaları sebebiyle dinimizde yasaklanmıştır. Sövmek ve küfürlü sözler kullanmak, aynı zamanda insana bir eziyet sayılacağından bu noktada Resulullah (S.A.V)’in “Kim bir zımmiye eziyet etse, şüphesiz ben onun hasmıyım (düşmanıyım). (Keşfü’l-Hafâ, 2: 2341)" hadisi de yine kafire sövmenin yasak olduğunu gösterir.
Ahlâk kurallarını çiğneyerek birbirlerine hakaret eden ve küfürlü sözler kullanan iki kişinin durumunu, Hz. Ebu Hureyre (R.A)’nin naklettiği şu hadisi şerif açıkça ortaya koymaktadır: Resûlullah (S.A.V) buyurdular ki: “Sövüşen iki kişinin söyledikleri(nin vebali), mazlum olan tecavüzde bulunmadıkça başlayana aittir. (Müslim, Birr, 68; Ebu Dâvud, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 51.)”. Sövmek konusunda, İbn-i Mes’ud (R.A)’ın rivayet ettiği “Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür (Buhârî, Îmân 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, Îmân 116 Ayrıca bk Tirmizî, Birr 51, Îmân 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbni Mâce, Mukaddime, 7, 9, Fiten 4)” hadis-i şerifi ve Ebu Zerr (R.A)’ın rivayet ettiği “Hiç kimse, bir başkasına fâsık veya kâfir demesin Şayet itham altında bırakılan kişide bu sıfatlar yoksa, o söz onu söyleyene döner (Buhari Edeb 44)” hadis-i şerifi de konu hakkında düşündürücü hadislerdir.
Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen “Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir. (Nisa-148)” ayet-i kerimesinde, “Kötü söz”den kasıt küfür, sövme gibi sözler olmayıp, zalime yaptığı kötülükleri açıkça söylemek ve eğer ruhen yapılan kötülüklere katlanılamayacak hale gelinmişse beddua etmektir. Yani mazlum pozisyonunda bulunan kimsenin en ağır sözü beddua olabilmektedir. Hatta Resulullah (S.A.V), karşısındaki kimselerin, beddua edilmeyi hak edecek pozisyonlarında dahi beddua etmemiş, tam aksine duada bulunmuştur. İslâm peygamberi, hayatında her türlü hakaret, aşağılanma, yüzüne karşı sövülme fiillerine maruz kalmasına rağmen, hiçbir şekilde peygamber ahlâkı çerçevesinden çıkmamıştır. Hz. Ebu Hureyre (R.A) şöyle anlatır: Resûlullah (S.A.V)'e, “Ey Allah'ın Resûlü! Müşriklere beddua et, onları lanetle!” denilmişti. Şu cevabı verdi: “Ben rahmet olarak gönderildim, lanetleyici olarak değil! (Müslim, Birr, 87.)”
Yüce İslam’da, hangi durumda ve kime karşı olursa olsun, kafire ve zalime karşı dahi olsa sövmek caiz değildir. Küfürlü sözler çirkin bir hareket olup, mü'mine ve müslümana yakışmaz.