19.03.2021

NEDAMET

Adam, yeni aldığı arabasını yıkarken 6 yaşındaki oğlu yerden bir taş alır ve arabaya bir şeyler yazar!

Çok öfkelenen baba, çocuğunun ne yazdığına bile bakmadan oğlunun elini tutar, vurur da vurur!
Hastanede, elindeki sayısız kırık yüzünden çocuğun parmaklarının hepsi alınır. Ameliyattan sonra çocuk, oldukça üzgün olan babasını gördüğünde: 
– “Baba, Parmaklarım ne zaman çıkacak?” diye sorar!
Adam soru karşısında biter ve yıkılır kalır. Arabasına döndüğünde kafasını arabaya vurur da vurur. Sonra gelir motor kaputuna oturur ve işte o zaman oğlunun yazmaya çalıştıklarını görür:
“SENİ SEVİYORUM BABA!” 

Anlatılan sadece bir hikaye belki. Gerçek mi yoksa birilerinin kafasında oluşturduğu senaryo mu bilinmez. Ancak önemli olan verilmeye çalışılan ders elbette. 

Her insan, hayatında çeşitli nedametler, pişmanlıklar yaşamış ve yaşayacaktır. Geçici ve küçük nedametler çok önemli olmasa da bazan öyle büyük pişmanlıklar yaşayabiliyoruz ki tüm hayatımızı alt-üst edebiliyor. Anlatılan hikayede olduğu gibi. 

Soyut kavramların tarifleri daha zor ve daha geniş olur. Nedamet duygusunu da çok çeşitli şekillerde tarif etmek mümkün. Ancak ben "Nedamet, ruhun mahkûmiyetidir"  şeklinde tarif etmek istedim. Zira mahkûmiyet sadece bedene özgü olmaz. Beden özgür olsa bile, geriye dönüşü mümkün olmayan pişmanlıklar içerisinde ızdırap çekenlerin ruhları, bir nevi mahkûm sayılır. Üstelik de bu mahkûmiyet belli bir süre için değildir, ömür boyu sürecek bir esarettir. 

Nâdim olup keşke dememek ve ruhen mahkûm olmamak için, hayatımız boyunca bizi etkileyecek kararları verirken ya da davranışları sergilerken çok dikkatli olmak zorundayız. Çünkü yapılan bir davranışı ya da söylenen bir sözü, tüm güçler bir araya gelseler bile yine de geriye alamazlar. Yüce Allah geriye dönüşü mümkün olmayan hatalardan ve nedametlerden bizleri muhafaza eylesin.

CAN BANKASI

 Ömrümüz boyunca sık sık, sahip olduğumuz bazı şeylerin artık gerekli olup olmadığını değerlendirir, bunun sonucunda da ya onların bizim için halen gerekli olduğunu düşünerek saklamaya ve onlardan faydalanmaya devam eder, ya onların hiç kimse için hiç bir gerekliliğinin kalmadığını düşünerek onları uygun şekilde imha eder, ya da onların bize artık hiç bir fayda sağlamayacağını ancak birileri için faydalı olabileceğini düşünerek onları ihtiyaç sahiplerine ulaştırırız. Yaptığımız bu davranış elbette çok doğru ve mantıklıdır. Özellikle de ihtiyaç sahiplerine ulaştırdığımız malzemelerin, onlar için çok faydalı olduğu bilgisi bize ulaşacak olursa, bu durumdan da çok büyük bir mutluluk duyar, insanî bir davranış gösterebilmiş olmanın onurunu yaşarız. 


Ancak sahip olduğumuz bazı malzemeler de var ki onların artık bizim için hiç ama hiç bir gerekliliğinin kalmadığını, hepsinin de zerresine varıncaya kadar çürüyüp imha olacağını, ancak başkalarına vermemiz halinde ise o insanlara ömürleri boyunca sahip olduklarından daha kıymetli faydalar sağlayacağını bildiğimiz halde; o malzemelerin çürüyüp yok olmasına göz yumuyor ve onları hiç kimselere vermeyecek kadar insaniyetten uzak bir anlaşılması imkânsız cimrilik davranışı içerisinde bulunabiliyoruz. Bahsedilen malzemeler, tahmin edildiği gibi, ölmüş vücudumuz içerisindeki organlarımızdır. 

Ne hikmettir ki yazımızın girişinde ifade edilen insanî değerlere sahip bizler, organ bağışına sıra geldiğinde konuya son derece soğuk ve isteksizce yaklaşıyor, hatta yaklaşım dahi göstermiyoruz. Bu durumun iki sebebi olabilir: Sosyal ve dînî sebep. 

Konuyu sosyal yönden ele aldığımızda, şahsımız açısından, biz öldükten sonra ne vücudumuzu kullanabileceğiz ne de dünya ile bir irtibatımız olabilecek. Yakınlarımız açısından ise, vücudunuzun ya da organlarımızın toprak altında çürümesinin onlara hiç bir faydasının olmadığı gibi, başka bir kişinin vücudunda hayat bulmasının da yine kendilerine hiç bir zararı dokunmayacak, bilakis belki faydası da olacaktır. O halde organ bağışının sosyal yönden hiç ama hiç bir zararı, mahsuru, sakıncası yoktur. 

Konuyu dînî yönden ele aldığımızda ise, en çok kafa karıştıran hususların, Allah'ın ölümünü takdir ettiği bir insanı yaşatma gayretinin doğru olmayacağı fikri ve organ nakli sonrası yaşamaya devam eden kişinin işleyeceği günahlara ortak olunacağı mantığıdır. Konuya İslam'ın kaynaklarıyla yaklaştığımızda, gerçekten bu endişelerin yerinde olup olmadığını açıkça anlarız. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim Maide Suresi 32. ayetinde, "... Kim bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur ..." buyurarak insanları yaşatmanın önemini ve gerekliliğini ifade etmektedir. Dikkat edilirse burada kurtarılan canın, günah ya da sevap işlemesi hususundan hiç bahsedilmemektedir. Yine Buhari, Müslim ve Ebu Davud hadis kaynaklarında, Hz. Ömer'den nakledilen çok sağlam sahih Hadis-i Şerifte, Resûlullah (SAV) "Ameller ancak niyetlere göredir" buyurmuşlardır. Bu durumda organını bağışlayan kişi, yaşamasına vesile olduğu şahsın günah işlemesi niyetiyle organ bağışı yapmadığına göre, bu bağışı yapmasında da İslâmî açıdan hiçbir mahsur yoktur. 

Görüldüğü üzere hangi yönden ele alırsak alalım, organ bağışının hiç bir mahsurunun bulunmamasının yanı sıra, son derece güzel ve ince yönleri de mevcuttur. 

Organ bağışı, belki de ömrümüz boyunca yapamadığımız hayır ya da güzel ameli, ölümümüz esnasında yapabilmemiz demektir. Çünkü yukarıda belirttiğimiz ayet ve hadisler gereğince, yapacağımız bağışla yaşamalarına vesile olacağımız kişi ya da kişilerin, ömürleri boyunca gerçekleştirecekleri her türlü güzel amel ve davranışları sonucunda, biz de ahiret aleminde sevap kazanmaya devam etmiş olacağız. Zira ölen kişinin amel defteri, ölümüyle birlikte kapanmış olmaz; onun vesile olduğu iyi işler dünyada yapılmaya devam edildikçe ölen kişi de bunlardan sevap kazanmaya devam eder. Ölen kişinin niyeti, organ bağışlamış olduğu kişinin günah işlemesini sağlamak olmadığı için, sahih Hadis-i Şerife göre bu kişinin işleyeceği günahlardan kendisine bir pay çıkmaz. 

Organ bağışı, solan simaları ve onları seven herkesi yeniden güldürmektir. Organ bağışı, dünyadan belki de hiç nasiplenememiş küçücük çocukların, bir kelebeğin peşinden koşabilmelerini, bir çiçeği koklayabilmelerini mümkün kılmaktır. Organ bağışı, dünyadaki en kıymetli varlık olan Hayat varlığını ihtiyacı olana hediye etmektir. Organ bağışı, dünyadan bağları kopmak üzere olanlara dünyalar bağışlamaktır. 

Aslında organ bağışı sayılabilen bir davranışı zaman zaman gerçekleştirmekteyiz ki o da kan bağışıdır. Kan verme konusunda artık tüm hastanelerde Kan Bankası Üniteleri oluşturulmuş ve yoğun şekilde faaliyet göstermektedirler. Gönül ister ki Kan Bankalarıyla aynı yoğunlukta Can Bankaları yani Organ Bağışı Üniteleri de olsun. Ve gönül ister ki Transplantasyon için hastalar organ beklemesin, tam tersine organlar kendilerine sahip olacak hastaları beklesinler. 

Can Bankalarının oluşması bizim elimizde! Zaten yeterince geciktik; daha fazla beklemeyelim! Gelin bir insanın yüzünü de biz güldürelim! Gelin bir çocuğa da biz dünyaları bağışlayalım!

PİŞMANLIK

 "Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat: Onlar Allah’a birer kurban takdîm etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kıskanıp: “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah ancak takvâ sahiplerinin ibâdetini kabul buyurur. Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Doğrusu ben isterim ki, sen hem benim günahımı hem kendi günahını yüklenesin de ateş ehlinden olasın. Zâlimlerin cezası işte budur.” Nihâyet nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi; onu öldürdü de mahvolup gidenlerden oldu. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermesi için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Katil bunu görünce: “Yazıklar olsun bana! Şu kargadan daha bilgisiz, daha mı âcizim ki, kardeşimin cesedini nasıl ortadan kaldıracağımı bilemedim” diye dövündü ve pişmanlığa düşenlerden oldu. (Mâide Sûresi 27-31. Ayetler)"


Böyle anlatılıyor Hz. Adem'in çocuklarının durumu Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de. Kardeşini öldüren Kabil'in geri dönüşü mümkün olmayan pişmanlığı böyle aktarılıyor bizlere.

Hayatında pişman olmayan bir insan düşünemeyiz. Mutlaka hepimiz büyük ya da küçük, önemli ya da önemsiz, geriye dönüşü olan ya da olmayan, başkalarını etkileyen ya da etkilemeyen pek çok pişmanlıklar yaşamışız ve belki yine yaşayacağız.

Pişmanlığın mahiyetini daha iyi yorumlayabilmek için "Pişmanlık nedir?" sorusuna cevap vermeliyiz öncelikle. Pek çok soyut kavram için olduğu gibi pişmanlık kavramı için de farklı tanımlar yapabilmek mümkündür. Ancak en kestirme ve öz tanım olarak "Pişmanlık ruhun mahkumiyetidir" diyebiliriz. Zira mahkumiyet sadece beden için geçerli bir ceza şekli değildir. Nasıl ki beden için, geçici süreli veya ebedi mahkumiyetler varsa, ruh için de durum aynıdır. Geçici hatalar sonucunda duyulan pişmanlıklar veya geri dönüşü olmayan ebedi pişmanlıklar gibi.

Elbette pişmanlıklar, hiçbir zaman yaşanılması arzu edilmeyen duygulardır. O halde Yüce Allah böyle bir duyguyu neden yaratmıştır? Şüphe yoktur ki Allah'ın yarattığı her şey, gerekli olduğu için yaratılmıştır. Bu kaide, pek tabiidir ki pişmanlık için de geçerlidir. Ruhun mahkumiyeti olan pişmanlık duygusu ruhu olgunlaştırır ve manevi açıdan eğitir. İnsanın vicdan muhasebesi yapabilmesini sağlar. Bazen iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırmanın süzgeci olur pişmanlıklar. Bu itibarla yaşamayı istemediğimiz halde yaşamak zorunda kaldığımız pişmanlıklarımızdan mümkün olabildiği ölçüde ders çıkarmalı ve hayatımızın geri kalanını, çıkardığımız derslerden faydalanarak, daha az pişman olacağımız şekilde yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Yüce Allah, pişman olmamıza sebep olacak yanlış davranışlardan ve özellikle de fayda vermeyen son pişmanlıklardan muhafaza eylesin.